16 Mart 2013 Cumartesi

Adorno / Minima Moralia - Prenses Kertenkele


Albenine: Proust'un Yitik Zamanın İzinde romanında, anlatıcının sevgilisi
Prenses Kertenkele (1) — Hayalgücünü tutuşturan, tam da hayalgücünden yoksun kadınlardır. Yalın gerçeklerden bir an bile ayrılmayan tümüyle dışa dönük o "ayaklarım yere basarcıların" aylası herkesten parlak olur. Çekicilikleri, kendilerinin farkında olmamalarından, hatta benlik diye bir şey olduğunu bile bilmemelerinden gelir: Oscar Wilde, "bilmecesiz Sfenksler" diye niteliyordu onları. Kendileri için tasarlanmış imgeyi andırırlar: İçlerinden gelen herhangi bir dürtü tarafından rahatsız edilmedikleri ve her türlü özden arınmış saf bir görünüş haline geldikleri ölçüde, bütün bireyselleşmenin bir yanılsama olduğunu hissettiren ama oldukları gibi alındıklarında da insanı tekrar tekrar düş kırıklığına uğratan o ilkömeklerine -Preziosa, Peregrina, Albertine (2)- benzerlikleri daha da artar. Bir ilüstrasyon olarak tasarlanmıştır yaşamları, ya da hiç bitmeyen bir çocuk şöleni; ama bu sezgi de yoksunluk ve ihtiyaçla dolu empirik varoluşlarının hakkını vermez. Storm'un "Pole Poppenspaler" başlıklı çocuk öyküsünün daha derin anlamı bununla ilgiliydi.(3) Frizyalı çocuk, Bavyeralı gezgin oyuncuların kızına âşık olmuştur. "Sonunda arkama döndüğümde, küçük bir kırmızı elbisenin bana doğru geldiğini gördüm; sahiden de oydu, sahiden o küçük kukla oyuncusu; elbisesinin rengi solmuştu ama yine de bir masal parıltısıyla çevrelenmiş gibiydi. Cesaretimi topladım ve 'Benimle yürüyüşe gelir misin Lizzy?' diye sordum. Siyah gözlerinde kuşkulu bir ifadeyle baktı bana. 'Yürüyüş,' diye tekrarladı yavaşça, 'yürüyüş. Ne iyi şeysin sen!' 'Nereye gitmek istersin öyleyse?' 'Kumaşçıya tabii, başka nereye olacak!' 'Kendine yeni elbise mi almak istiyorsun?' diye sordum, budala gibi. Bir kahkaha attı. 'Alay etme benimle! Biraz çaput, o kadar!' 'Biraz çaput mu, Lizzy?' 'Tabii ya. Kuklalara elbise dikmek için birkaç parça bez artığı; öyle ucuza veriyorlar ki'". Yoksulluk, pejmürdeliği ("çaput") bir kılavuz gibi, bir yol işareti gibi benimsemeye zorluyordur Lizzy'yi, gönlü daha farklı bir şeye gidebilecek olsa bile. Pratik bir gerekçesi olmayan her şeyi tuhaflık olarak görmek ve kuşkulanmak zorundadır. Hayalgücü, yoksulluğu rencide eder. Çünkü pejmürdelik sadece dışardan bakana çekici gelir. Yine de yoksulluğa ihtiyacı vardır hayalgücünün; ona mutlaka haksızlık edecektir ama onsuz da yapamıyordur: Aradığı mutluluk, acı çekenin yüz hatlarına gizlenmiştir. Sade'ın bir işkence tuzağından ötekine düşen Justine'i de "notre interessante heroine" [ilginç kahramanımız] olarak anılır böylece; Mignon da, dayak yediği anda "ilginç bir çocuk" olur.(4) Düşlerin prensesiyle kamçılanan kız birdir ve o kız bunun farkında bile değildir. Kuzeylilerin güneylilerle ilişkisinde de bunun izleri görülür: Müreffeh Püriten'ler, yabancı ülkelerden gelmiş siyah saçlı sığınmacılardan, denetimlerindeki dünyanın serencamının kendilerine tattırmadığı ama göçmenlerden ve gezginlerden de büsbütün esirgediği şeyi almak için boşuna çabalıyorlardır. Yerleşik adam imrenmeyle bakar göçebe varoluşa, yeni otlaklar peşinde koşanlara; boyalı yük arabası da yıldızların yolunu izleyen tekerlekli evdir onun gözünde. Düzensiz ve istikrarsız bir hareketlilik üzerinde sabitleşmiş çocuksuluk, anlık sağkalma çabalarından beslenen o neşesiz kıpırtılılık, kentlinin zihninde dolu dolu yaşamayı temsil eder, çarpıtılmamış bir deneyim olarak görülür. Oysa böyle bir hareketliliğin dışarda bıraktığı da tastamam bu çarpıtılmamış deneyimdir - basit öz-korunum çabasından sahte bir kurtulma vaadi ki, aslında içten içe o çabayı andırıyordur. Burjuvanın safdillik nostaljisinin kısır döngüsüdür bu. Uygarlığın kıyısında kalan ve gündelik ihtiyaçların basıncı altında kendi kendini belirleme gücünden yoksun bırakılanların ruhsuzluğu, aynı anda hem çekici hem de azap verici bir ruhsuzluk, uygarlığın bundan utanmayı öğrettiği tuzukurular için bir ruh fantazması haline gelir. Aşk, yaşayan tinin şifresi olarak ruhsuza kaptırır kendini; çünkü yaşayanlar, onun sadece yitip gitmişlere yönelebilen o ne pahasına olursa olsun kurtarma arzusunun sahnesidir: Aşk, ruhu ancak yokluğunda sezmeye başlayabilir. Demek insani denilen ifade tam da hayvanınkine en yakın gözlerden, kendi üzerinde düşünmeyen, benliği yansıtmayan o yaratıksı gözlerden geliyordur bize. Sonunda ruhun kendisi de ruhsuzun kurtulma özlemidir.


1. Kuzey Alman folklorunda, büyücülerin kibirli prensesleri kertenkeleye dönüştürerek cezalandırdığına inanılır.
2. Preziosa: Pius-Alexander Wolffun aynı adı taşıyan oyununun (1821) kadın kahramanı; oyun, Carl-Maria von Weber tarafından müziğe uyarlanmıştır. Peregrina: Eduard Mörike'nin (1804-75), Maler Nolten adlı romanında yer alan aşk şiirleri dizisinde seslenilen kadın. Albenine: Proust'un Yitik Zamanın İzinde romanında, anlatıcının sevgilisi.
3. Theodor Storm (1817-88): Mörike'nin arkadaşı olan Frizyalı yazar. Kederli kısa romanlarıyla tanınır.
4. Mignon: Goethe'nin Wilhelm Meister'in Öğrencilik Yılları adlı romanının en önemli kadın karakteri.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder