Bütün küçük çiçekler (1) — Anılar,
kimsenin bizden alamayacağı tek mülkümüzdür - büyük olasılıkla Jean Paul'un (2)
söylediği bu söz, iktidarsız öznenin duygusal avunular haznesinde önemli bir
yer tutar: Tevekkülle iç
dünyasına çekilen özne, vazgeçtiği tatmini orada bulduğuna inanmak
istemektedir. Kendi arşivlerini kurarken kendi deneyimine de bir mülk olarak el
koyuyor ve böylece onu tümüyle kendine dışsal kılıyordur. Geçmiş iç yaşam bir
mobilyaya dönüşür böylece - tıpkı, tersinden alırsak, her Biedermeier parçasının da tahtaya dönüştürülmüş anı olması gibi.
Ruhun anılar ve ilginçlikler koleksiyonunu doldurduğu iç mekânın her tarafı
dökülmektedir. Anılar çekmecelerde saklanamaz; geçmiş, çözülmez bir biçimde
şimdiye bağlanmıştır onlarda. Hiç kimse, onlara Jean Paul'un taşkın
cümlelerinde övüldüğü gibi özgür ve istençli bir çabayla ulaşamaz. Tam da
denetlenebilir hale gelip nesnelleştiklerinde, tam da öznenin onlardan tümüyle
emin olduğu anda, güneşin vurduğu ince duvar kâğıtları gibi solar anılar. Öte
yandan, unutuşun sığınağında güçlerini korudukları zaman da yaşayan her şey
gibi ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Proust ve Bergson'a göre, şimdiki
an, dolaysızca burada olan, ancak belleğin dolayımıyla kurulur. Kurtarıcı
olduğu kadar cehennemi bir yönü de vardır bu sezişin. Yalıtılmış varoluşunun
ölümcül sabitliğinden istençsiz anımsamayla koparılmamış hiçbir deneyim nasıl
gerçek değilse, hiçbir anı da onu saklayanın geleceğinden hiç etkilenmeyen
yüzde yüz güvenceli bir bağımsız varoluşa sahip değildir. Geçmişte yaşanmış
olan hiçbir şey, sırf hayalgücüne tercüme edilmiş olduğu için, empirik şimdinin
lanetinden muaf olamaz. Daha sonraki deneyimler, kişinin en mutlu anısını bile
koparıp alabilir ondan. Sevmiş olup da sevgisine ihanet eden, geçmişin sadece
imgesine değil kendisine de zarar verir. Uyanırken yapılan sabırsız bir
hareket, şaşkın bir ses tonu, hazzın içine karışmış belli belirsiz bir
ikiyüzlülük, karşı konulmaz bir biçimde anıya müdahale eder ve daha önceki
yakınlığı bile şimdinin mesafesine dönüştürür. Umutsuzlukta hep bir dönüşsüzlük
vurgusu bulunur; ama durum düzelemeyecek olduğu için değildir bu, çürüyüş
geçmişi de kendi girdabına çektiği içindir. Öyleyse geçmişi şimdinin çamurlu
akıntısının dışında tutmaya çalışmak da aptalca bir duygusallık olur. Geçmişin
tek umudu, yıkıma savunmasızca maruz kaldıktan sonra, onun içinden farklı bir
şey olarak çıkma olasılığıdır. Ama umutsuz ölen kişi bütün ömrünü boşuna yaşamıştır.
1. Schubert'in Die Schöne Müllerin dizisindeki Trockne Blumen (1823) şarkısına gönderme. Ihr Blümlein aile, die sie mir gab (Bana verdiği bütün küçük çiçekler) sözleriyle başlayan şarkının teması, çiçeklerin ve temsil ettikleri duygunun solmasıdır.
2. Jean Paul [Richter] (1763-1825): Alman romancısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder